AŞK NEDİR?
Aşkın tanımı kültürden kültüre, kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Aşk bütün toplumlarda, her kültürde ve tüm zamanlarda var olmuştur ve hemen hemen her insanın yaşamının bir döneminde en az bir kez yaşadığı ya da yaşamayı umut ettiği bir duygusal durumdur. Araştırmacıların aşkı ele alış biçimleri de,bakış açılarına göre değişmektedir. Bu bakış açılarının bazıları bireysel ya da toplumsal özelliklere, kimileri evrimsel geçmişe, kimileri de nöropsikoloji alanındaki bulgulara dayanmaktadır. Karmaşık bir duygu, düşünce ve davranışlar bütünü olan aşk, insanların toplumsal ilişkilerinin tamamlayıcı bir öğesidir. Aşka ilişkin farklı kuramcılar farklı tanımlamalar yapmıştır. Moss ve Schwebel’in aktardığına göre, Freud aşkı, cinselliğin yüceltilmesi olarak, Harlow bağlanma davranışı olarak ve Fromm ilgi, sorumluluk, saygı ve anlayış olarak tanımlamıştır. Maslow ise, aşkı ikiye ayırmıştır.[4] Birincisi, kişinin güvensizliğiyle gelişen ve düşük düzeydeki duygusal ihtiyaçları ifade eden “yetersizlik aşkı (deficiency love)”, ikincisi ise, yüksek düzeyde duygusal ihtiyaçları içeren ve özellikle kendini ve diğerini gerçekleştirme isteğini ifade eden “aşık olmaktır”. Tennov ise aşkı, bilişsel etkinliği devre dışı bırakan, geçici bağımlılık ve sevilen kişiye yönelik bedenin verdiği duyarlı tepki olarak tanımlamaktadır.
AŞK İÇTEN GELEN BİR EĞİLİM MİDİR? SOSYAL ÖĞRENMELERLE Mİ OLUŞUR?
Bu görüşlerin ikisi de kabul görmektedir. Örneğin, etnografik çalışmalara göre, aşkta bireysel farklılıklar kültürel etkilerden daha önemlidir. Genetik çalışmalara göre ise aşkta kalıtım kısmen etkiliyken aşık olma stilinde kalıtım etkili değildir. Yapılan araştırmalar sonucunda aşkın birçok faktörden oluştuğu sonucuna varılmıştır. Çeşitli duygu, davranış ve tutumları içeren tek bir temel aşk faktörü vardır. Ancak bu birleştirici faktöre rağmen birçok farklı aşk türü olduğu görüşü de mevcuttur.
EVRİMSEL KÖKENLİ BİYOLOJİK AŞK KURAMI
Evrimsel bakış açısıyla aşk insanların başarılı üremelerini sağlayan bir uyum mekanizmasıdır. Bu uyum, iki insanı onların bakımına gereksinimi olan bir bebeğin anne babası olmaları için birbirine bağlamaktadır. Aşka ilişkin evrimsel yaklaşım, aşkın doğal olarak oluşan bir eylemler sınıflamasını temsil ettiğini savunur. Tüm aşk eylemleri, temelde bu sıralamayı izler.
Aşk eylemleri, geçmişte var olduğu için ve üremeyi başarabilen bireylerde üreme işlevine yardım ettiği için bugün de vardır. Aşk eylemleri temel amacı türü devam ettirmek olan bugüne ilişkin amaçlara hizmet eder. Bu yakın amaçlar, kaynak sergileme, sadakat ve koruma, bağlılık ve evlilik, cinsel yakınlık, üreme, kaynak paylaşımı ve anne babalık yatırımıdır. Bu amaçlar kendileri de başarılı şekilde üretken olabilecek çocuklar üretebilmek için başarılması gereken görevlerdir. Bu görevler tipik olarak zaman içinde oluşum sıralarına göre dizilmişlerdir. Bunların sıralaması; bir eşi kendine çekmek, o eşi elde tutmak, o eşle üremek ve son olarak da dünyaya gelen çocuklara anne baba yatırımları yapmak şeklindedir.
KAYNAK SERGİLEME: İstenilen bir eşi kendine çekmek için kaynakları sergilemek ö nemlidir. Kaynak sergileme türünden aşk eylemlerine örnek olarak, kadının erkeğe yemek hazırlaması ve erkeğin kadına bir çiçek alması gibi davranışlar gösterilebilir. Kadınlar kaynak sergilerken doğurganlık yönünü hedef alan kaynaklar, erkekler ise bu kaynaklara yatırım yapma isteği yönünde kaynaklar sergilerler.
SADAKAT ve KORUMA: Eşlere bağlılığı garanti etmektir. Bu sınıftaki aşk eylemlerine örnek olarak, kadının diğer erkeklerle çıkmayı bırakması, erkeğin başka bir kadınla yaşayabileceği cinsel fırsata karşı direnmesi ya da kadın başka erkeklerle konuştuğunda erkeğin kıskanması gibi davranışlar gösterilebilir.
EVLİLİK: Bu sınıftaki aşk eylemlerine örnek olarak, kişilerin birlikte gelecek planları yapmaları, evlilik kararı vermeleri ya da evlenmeleri gösterilebilir. Evlilik, kaynakların bağlanmasını garantiler ve çocuk doğurup büyütmek için bir bağ oluşturur.
CİNSEL YAKINLIK: Cinsel yakınlık duygusal yakınlığı da içerebilir ve en azından ilişkinin ileri dönemlerinde heteroseksüel aşkın önemli bir parçasıdır.
ÜREME: Kadının doğurganlığını, gebeliğini ifade eder. Erkek ise bu süreçte doğurganlığın sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için üretici konumuna düşer.
KAYNAK PAYLAŞIMI: Erkeğin kaynak paylaşımı eşi ve çocuklarının yaşamı ve üreme başarısı için önemlidir. Bu kaynakları sağlamakta başarısız olan erkeklerin aileleri hastalığa, kötü beslenmeye ve başkalarının saldırganlığına maruz kalmaya daha yatkındır.
ANNE BABA YAKLAŞIMI: Evrimsel yaklaşıma göre, anne babaların çocuklarına duyduğu sevgi çok önemlidir. Bu kurama göre, aşık olan iki birey tarafından dünyaya getirilen çocuklar bir eş bulup, kendileri de üreyebilecek olgunluğa gelemezlerse, aşkın ilk altı görevi evrimsel olarak başarıyla tamamlanmış sayılmamaktadır.
Özetle, aşk eylemleri yedi amaca yöneliktir. Aşkla ilgili bu evrimsel yaklaşım, aşk eylemlerinin bu yedi amaca hizmet etmek için geliştiğini savunur. Bu evrimsel yaklaşımda aşkın, amaçlı davranışlar ya da aşk eylemleriyle ortaya koyulduğu öne sürülmektedir. Bu davranışlar, eş seçimi, kaynak paylaşımı, gebelik gibi bugüne ait amaçlara hizmet eder. Bu amaçların başarılmasının üreme başarısıyla ilişkili olduğu varsayılır. Bu yaklaşıma göre aşkın anlaşılabilmesi için, belli aşk eylemlerinin, bu eylemlerin neye hizmet ettiğinin ve bunların doğal ve cinsel seçimle ilişkisinin ele alınması gerekir.
BAĞLANMA KURAMI (John Bowlby, Mary Ainsworth)
Sevgi üzerine düşünen kuramlardan biridir. Orta yolu seçerek yetişkin ilişkilerindeki davranışlarımızın, aşık olma stilimizin, sevgi dilimizin davranışlarının anne baba ile ya da hayatımızın ilk yıllarında bize bakım veren kişilerle ilişkimize dayandığını savunur. Bowlby’e (1952) göre bireyler gelişimin erken aşamalarında bakıcıları ile olan ilişkileri doğrultusunda bir takım bilinç dışı modeller (içsel deneyim modelleri) oluştururlar. Bu modeller, ilişkilerde kendilerini ve başkalarını nasıl algılayacaklarını belirler ve dolayısı ile ilişkinin biçimlenmesinde önemli bir yer tutar. Ainsworth bebekler ve anneleri arasında üç tip ilişki tanımlamıştır.
GÜVENLİ BAĞLANMA: Bebek bakıcısına güvenir, terk edilme korkusu yaşamaz ve kendini değerli görür. Güvenli bağlanma gösteren bebekler, anneleri yanlarındayken ondan uzaklaşıp çevreyle ilgilenir ve yabancılarla iletişime girme konusunda rahat davranır. Anneleri uzaklaşırsa bebekler ya kısa bir süre ağlayıp sonra oyuna dalar, ya da fazla tedirginlik göstermezler. Anneleri geri döndüğünde sevinip ona sarılır ve onunla ilişkilerini sürdürürler.
KAÇINGAN BAĞLANMA: İlgisiz, soğuk, reddedici bakıcı ve bebek arasındaki bağlanma türüdür. Bebek yakın olmak ister ancak bu isteği baskılanır. Bu bağlanma şekline sahip insanlar genellikle yakın ilişki kurmakta zorlanırlar. Anneleri yanlarındayken çevreyle ve yabancılarla ilgilenirler. Bu tür bebekler duygularını anneleriyle paylaşmaz, bir bakıma annelerinden bağımsız bir biçimde çevreyi araştırır, anneleri yanlarından ayrılıp geri dönerse onunla ilgilenmez ve görmezden gelip oyunlarına devam ederler.
KAYGILI BAĞLANMA: Tutarsız ve duygularında zorba tavırlı bakıcı ve bebek arasındaki bağlanma türüdür. Bebekler tepkiyi öngeremedikleri için kaygılıdırlar. Anneleri yanlarından ayrılıp geri dönerse ağlarlar ve bir yandan ona sarılıp bir yandan da iterler.
Bu kurama göre öğrendiğimiz bağlanma tarzımız şema haline gelir. Oluşan bu ilişki şeması genellikle yaşam boyunca varlığını sürdürür. Bütün ilişkilerinde kendisini gösterir. Güvenli bağlanan bireyler en sağlıklı ve kalıcı ilişkileri yaşayan bireylerdir. Kaygılı bağlanan bireyler ise en kısa süreli ilişkileri yaşayan kişilerdir. İlişkilerine partnerlerini iyi bir şekilde tanıyamadan hızlı bir şekilde girip yine hızlı ve öfkeli bir şekilde ilişkiden ayrılırlar. Bu kişiler sık âşık oldukları halde mutlu olmadıklarını, ayrılıklarda yüksek stres yaşadıklarını ve daha çok kendilerine karşılık vermeyen kişilere âşık olduklarını ifade etmektedirler. Kaçınmacı bireylerin romantik ilişkiler kurma olasılıkları düşüktür ve ilişkilerinde mesafeyi korurlar. İlişkilerinde kıskançlık ve yakınlık korkusu hakimdir.
AŞK ÇEŞİTLERİ (LEE’NİN SINIFLANDIRMASI)
Lee aşkı renklere benzetmiş, aşkın birden çok boyutu olabileceğini ve bu bağlamda çok boyutlu aşk biçimleri şeklinde sınıflandırılmasını önermiştir. Gökkuşağındaki bütün renkler kırmızı, sarı ve mavi olmak üzere üç ana renkten kaynağını almaktadır. Bunun gibi Lee’nin aşk çeşitleri de eros [tutkulu aşk], ludus [oyun gibi aşk] ve storge [arkadaşça
aşk] olmak üzere üç ana aşk çeşidinden oluşur. Diğer aşk çeşitleri, bu üç ana aşkın bileşimiyle oluşur. Lee, aşkın bu üç ana çeşidine aşkın birincil renkleri adını vermiştir. Lee, tutkulu aşkı kırmızıya, oyun gibi aşkı sarıya ve arkadaşça aşkı ise maviye benzetir. Diğer üç ana aşk çeşidinden doğan aşk çeşitleri ise mantıklı aşk, bağımlı aşk ve özgeci aşktır. Bu altı aşk stili mantıksal olarak birbiriyle ilişkilidir ve her bir stil, diğer stillerden farklı özelliklere sahiptir.
TUTKULU AŞK: Fiziksel çekiciliğe dayalı aşk türüdür. Tutkulu aşıklar, tercih ettikleri fiziksel özellikleri de açıkça tanımlayabilirler (örneğin sarışın, zayıf, renkli gözlü birini istiyorum, gibi). Tutkulu aşk genellikle çok güçlü bir fiziksel çekimle başlar ve cinsel yakınlık çok önemlidir. Bu aşk türünde, bireyler aşk için risk almaya hazırdırlar.
OYUN GİBİ AŞK: Bağlayıcılığı düşük, eğlencesi ön planda, kısa süreli ve çok eşliliğe açık aşk türüdür. Aşkı oyun olarak görenler, aynı anda birden fazla kişiyle beraber olmaktan hoşlanırlar. Bu tür aşkta bireylerin tercih ettikleri ideal özellikler yoktur ve bu bireyler, yaşamlarını tek bir kişiyle geçirmeyi istemezler.
ARKADAŞCA AŞK: Benzerlik ve birbirini gözetmeye dayanan, zamanla gelişen aşk türüdür. Arkadaşça aşıklar için birlikte oldukları kişi ile çeşitli etkinlikleri ve ilgileri paylaşmak çok önemlidir. Onlar fiziksel etkileşime çok önem vermezler ve birlikte olacakları kişide bulunmasını istedikleri belirli fiziksel özellikler yoktur.
MANTIKLI AŞK: Devam edileceğine ve olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan ilişkilerdeki eşlere duyulan aşk türüdür. Mantıklı aşıklar sosyal ve kişilik özellikleri temel alarak, birlikte oldukları kişide uyum ararlar. Onlar için birlikte oldukları kişinin özellikleri (inanç, aile ve gelecek beklentisi gibi) çok önemlidir.
BAĞIMLI AŞK: Kıskanç, güvensiz, biraz da patolojik bir aşk türüdür. Bağımlı aşıklar birbirlerine güvenmezler ve birlikte oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşarlar. Bağımlı aşıkların ilişkileri sorunlu olsa bile, genelde ilişkiyi bitiremezler. Böyle bir aşk türünde ilişkiyi bitirenler genellikle karşı taraf olur. Ayrıca, ayrılığın olumsuz etkilerini uzun süre üstlerinden atamazlar ve ilişkilerinde ve ilişkileri bittikten sonra acı çekmekten hoşlanırlar.
ÖZGECİ AŞK: Karşısındakini kusurlarına karşın karşısındakini seven, onun iyiliğini kendi iyiliğinden daha fazla düşünen bireylerin yaşadığı aşktır. Özgeci aşıklar aşkı vermeye inanırlar, çünkü herkes bunu hak eder. Onlar aşkı hissetmeyi görev gibi algılarlar; ancak, aşktan ya da karşılarındaki kişiden hiçbir beklentileri yoktur. Özgeci aşıklar genellikle bağışlayıcı ve destekleyicidirler.
Lee herkes için geçerli, evrensel olan tek bir aşk çeşidinin bulunmadığını vurgulamıştır.
STERNBERG’ÎN AŞK ÜÇGENİ
Yakınlık, tutku ve bağlanma öğelerinin farklı bileşimleri, üçgen aşk kuramı çerçevesinde tanımlanan sekiz aşk türünü ortaya çıkartır.
DELİCESİNE AŞK (tutku): İlk görüşte aşk sınıfına girer. Kişinin kafasında hayal ettiği kişiye karşı aşkının bir saplantı haline dönüşmesidir.
BEĞENME/ HOŞLANMA (yakınlık): Bu aşk türünde bir kişinin, diğer kişiye karşı kendini yakın hissedip ancak tutku ya da uzun süreli bir bağlılık hissetmemesidir.
BOŞ AŞK: Bir kişinin başka bir kişiyi sevdiğine karar vermesi ancak zamanla ilişkideki duygusal ve fiziksel çekimin yok olduğu ilişkilerdir.
ROMANTİK AŞK (yakınlık/tutku): Partnerlerin birbirlerine zihinsel ve fiziksel olarak çekici gelmesi durumunda oluşur. Eşlerin birbirlerine karşı duygusal ve fiziksel olarak ilgi duyması gerekir. Bağlanma bu aşk türünde gerekli değildir. Gelecekte birlikte olmama durumu söz konusu olabilir.
ARKADAŞÇA AŞK (yakınlık/bağlanma): Uzun süren bir arkadaşlık ilişkisine benzer. Tutku unsuru yoktur. Birçok romantik aşk ilişkisi arkadaşça aşk ilişkisine dönüşebilir ve tutku ortadan kalkınca yerini yakınlık alır. Tutku, uzun zaman sonra ilişkide derinden hissedilen bağlılığa dönüşebilir. Kimi insan romantizm olmadan yaşayamaz. Ancak bilinmesi gerekir ki yeni ilişkiler de dönüp dolaşıp arkadaşça aşk durumuna gelecektir.
APTALCA AŞK (tutku/bağlanma): Bu tür aşklar Hollywood tarzı bir aşktır. Filmlerde olduğu gibi insanlar kısa bir süre içinde tanışıp evlenirler. Zaman içinde yakınlık unsuru göz ardı edilip sadece tutkuya dayalı bir bağlılık yaratılır. Bu tür ilişkilerde tutku azalınca partnerler hayal kırıklığına uğrar ve gerginlik ve stresin hakim olduğu bir ilişki ortamı oluşur.
MÜKEMMEL AŞK (yakınlık/bağlılık/tutku): Bu tür bir aşkı yaşamak zordur; ancak bu tür bir aşkı elde tutmak onu yaşamaktan daha da zordur.
AŞKSIZLIK: Bu tür aşkta üç unsurun hiçbiri bulunmamaktadır. İlişkide nedensellik söz konusudur. Ancak arkadaşlık bile söz konusu değildir. Zorunlu ilişkilerdir.
AŞK DA ÇEKİMİ YARATAN ETMENLER
•Yan komşu- yakınlık etkisi
•Benzerlik
•Karşılıklı hoşlanma
•Fiziksel çekicilik ve hoşlanma
•Aşinalığın gücü
•Çekici insanlarla ilgili varsayımlar
KİŞİLERARASI ÇEKİM KURAMLARI
Sosyal değiş tokuş kuramı: Biri sosyal açıdan bizi ne kadar ödüllendirirse ve bedelleri de o kadar düşükse o kişiden o denli hoşlanırız. Ödül ve bedel dengesi vardır.
Eşitlik kuramı: Bu kurama göre insanlar en az bedelle en büyük ödülü kapmaya çalışmazlar. İlişkilerinde eşitliği önemserler. İlişkide bedel ve gider dengesi benzer oranda olmalıdır.
EMEK MODELİ
Emek, kişinin ilişkiye verdiği emeği ve ilişkiden çıktığında yitireceği şeyler olarak tanımlanır. Örnek olarak mallar, mali kaynaklar, çocuğun duygusal esenliği, ilişkinin kurulmasına harcanan zaman olarak gösterilebilir. Bir kişi bir ilişkiye ne kadar çok emek harcarsa, tatmin düşük ve başka talipler göz alıcı olsa bile ilişkiden çıkma olasılığı o denli düşük olacaktır.
AYRILMA SÜRECİ
Duck ilişkinin bitmesinin tek bir olay değil, birçok adımdan oluşan bir süreç olduğunub söylüyor. Duck’un kuramına göre çözülme dört aşamadan oluşur.
•Kişilerarası: Kişi ilişkiden neden doyumsuz olduğu üzerine çok düşünür.
•İkili: Kişi ayrılığı partneriyle konuşur.
•Toplumsal: Ayrılık başkalarına duyurulur.
•Yeniden kişilerarası: Birey ayrıldıktan sonra yeniden ayağa kalkar ve olanların açıklamasını yapar.
ÖLDÜREN CAZİBE
İlk başta çekici gelen nitelikler sonradan ilişkinin bitmesine neden olabilir. Örnek olarak sıra dışı ve şaşırtıcı ifadesi olan bireye karşı tutum ona artık güvenemiyorum tutumuna dönüşebilir.
KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU SPEKTRUMU
Duygusal yatırımın tek taraflı olduğu ve sevgi nesnesinden beklenen duygusal geri bildirimin alınamadığı durumları kapsayan psikolojik bir durumdur. Klinik literatürde çoğu zaman karşılıksız aşk ifadesiyle anılır. Bazı durumlarda obsesif aşk, erotomani (bir tür sanrısal bozukluk gibi) klinik bozukluklarla örtüşebilir.
Spektrum: Bir zihinsel özellik, duygu durumu ya da bozukluğun kişiden kişiye değişen farklı şiddet ve biçimlerde görülebildiğini ifade eden bir kavramdır. Bu bireylerin bu durumu tamamen var ya da yok şeklinde değil, bir aralık içinde deneyimleyebileceği anlamına gelir. Psikolojik belirtiler, kişilik özellikleri veya zihinsel bozukluklar genellikle var-yok şeklinde değil düşükten yükseğe doğru bir skalada değerlendirilir.
Karşılıksız aşk sendromunu daha iyi anlamak için bir spektrum içinde ele almak faydalıdır. Bu spektrum dört temel düzeydedir. Bunlar:
•Basit/ geçici karşılıksız aşk: Kişi birine duygusal ilgi duyar ancak karşı taraftan benzer bir karşılık alamaz. Özellikle ergenlik ve genç yetişkinlikte görülüyor.
Gerçeklikten kopma yoktur. Kısa sürede üzüntü
ya da hayal kırıklığıyla atlatılabilir. Örnek olarak öğrencinin öğretmenine hayranlık duyması ancak bunun karşılıksız kalmasıdır.
•Romantik takıntı/ İdealizasyon: Bu düzeydeki kişi karşısındaki bireyi idealize eder ve onunla ilişki yaşayabileceğine dair gerçekçi olmayan beklentiler geliştirebilir. Bu durum bazen limerans olarak da adlandırılır. Kişi sık sık karşısındaki kişiyi düşünür. Örnek olarak öğrencinin sınıf arkadaşına yıllarca karşılık bulamamasına rağmen hisler beslemesi ve sürekli düşünüp hayali senaryolar kurması verilebilir.
•Patolojik takıntı/ Obsesif aşk bozukluğu: Bu aşamada karşılıksız aşk kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiler. Takıntılı düşünceler, kontrol edilemeyen davranışsal dürtüler, kıskançlık ve yalnızlık duyguları baskındır. Günlük işlevsellik de azalma, kişisel sınırların ihlali gibi özellikler görülür. Eski sevgiliyi ayrılmaya rağmen sürekli takip etmek, iş yerine gitmek örnek verilebilir.
•Psikotik seviyede karşılıksız aşk (Erotomani): Spektrumun uç noktasıdır. Bireyin genellikle daha yüksek statüde (bir ünlü ya da doktor) olan birinin kendisine aşık olduğuna dair sanrılara sahip olmasıdır. Bu bir sanrısal bozukluktur. Gerçeklik algısında bozulmalar vardır. Kişi karşı tarafın (örneğin haberlerde göz kırpmak gibi hareketlerle) aşkını belli ettiğini düşünür.
Tedavi ve müdahale: Düşük düzey vakalarda psikoeğitim ve destekleyici danışmanlık yeterlidir. Orta ve ileri düzey vakalarda bilişsel davranışçı terapi ve duygu düzenleme teknikleri kullanılabilir. Psikotik vakalarda ise antipsikotik ilaç tedavisi ve psikotik bozukluklara özgü yaklaşımlar gerekir.
Özlem AYDEMİR